1 Aralık 2011 Perşembe

Komşudan gelen misafirler: Suriyeli sığınmacılar


Ayşe BİLGEN
İnsan Hakları Araştırmaları Derneği

Imparatorluk günlerindeki basat konumunu Ortadogu, Balkanlar ve Ortaasya’da yeniden tesis etmeyi amaçlayan Türkiye, özellikle son zamanlardaki proaktif tavri ile bu niyetini açik bir sekilde ortaya koymaktadir. Tunus’ta baslayan ve ardindan Misir, Libya ve diger Arap ülkelerine yayilan kitlesel gösteriler karsisinda takindigi tavir, söz konusu proaktif dis politikanin ne türden bir gelecek tahayyülüne yaslandigini da açik bir sekilde göstermektedir. Bu yönüyle bakildiginda, Türkiye, Ortadogu’daki otoriter ve hatta totaliter nitelikli rejimlerin barisçil yollarla ve halkin taleplerine dayali olarak degismesini ve yerlerine insan haklarina saygili demokratik rejimlerin geçmesini desteklemekte, reel-politikle iliskisini de bu beklenti üzerinden kurmaktadir.

Arap Bahari’nin Suriye'deki yansimalari sonucunda baslayan ve Esad rejiminin sert müdahaleleri sonucunda giderek bir insani krize dönüsen olaylar karsisinda üstlendigi rol de, bu baglamda degerlendirilmelidir. AK Parti iktidari döneminde gelismeye baslayan iki ülke arasindaki iliskileri kopma noktasina getiren bu olaylar karsisinda, Türkiye’nin zaman zaman yumusak ve örtük bir biçimde zaman zaman da sert ve açik bir sekilde dile getirdigi uyarilar, yalnizca Suriye’deki olaylarin yatismasina/yatistirilmasina dönük temenniler olmayip, ayni zamanda kendisini ‘bölgenin agabeyisi’ konumunda görmesinden kaynaklanan bir sorumluluk duygusuna/misyonuna da isaret etmektedir. Zira Türkiye, geçtigimiz yüzyilda sekillenen Ortadogu’daki siyasal dengelerin degismeye yüz tuttugu bu konjonktürde, kendi tarihsel misyonuna sahip çikacagini açikça ortaya koymakta ve “Yeni Ortadogu’nun” temel aktörlerinden biri oldugunu hatirla(t)maktadir.

Ancak Türkiye’nin dis politika alanindaki bu yaklasim degisikligi, çesitli riskleri de bünyesinde barindirmaktadir. Örnegin Türkiye’nin Bati Blokuyla birlikte hareket ederek, Suriye’deki muhalif gösterilere destek vermesi ve Suriye’de demokratik bir sistemin insasina çabalamasi, zamanla kendisine dönebilecek tehlikeli bir silahi elinde tutmasi riskini de beraberinde getirmektedir. Suriye’deki muhalefetin Türkiye’de toplanmasina izin verilmesi, hatta muhalif liderlerin bizzat Disisleri Bakani Ahmet Davutoglu tarafindan kabul edilmesi, basta Suriye ve yakin müttefiki Iran olmak üzere, baska ülkelerin de PKK’ya yönelik benzer tutumlar içine girmesine yol açabilir, Kürt sorunu baglaminda yasanabilecek çesitli olaylarin bahanesi olarak kullanilabilir. Dolayisiyla Türkiye’nin, bölgeye yönelik ilgisi salt çikarlariyla sinirli olan Bati Bloku ülkeleriyle birlikte hareket etmenin ya da en azindan onlarin yaninda yer almanin vebalini ve tehlikesini iyi düsünüp, ona göre hareket etmesi gerekmektedir. Yasanan ya da yasanacak olaylar karsisindaki kaybi petro-dolarlardan öteye gitmeyen bu ülkelere nazaran Türkiye bölgeyle organik bir iliskisellik içinde bulunmaktadir. Tam da bu nedenle, Ortadogu’daki her kivilcim Türkiye’yi de içine alan büyük bir yangina dönüsme riskini tasimaktadir. Haziran 2011’de yogun bir sekilde gerçeklesen ve sayisi yaklasik 10 bini bulan, olasi bir iç savas durumunda ise milyonlari bulabilecegi söylenen ‘siginmaci akini’ bu durumun en somut örnegini olusturmaktadir.

Gerçekten de son bir yil içinde, hükümet karsiti gösterilerin yogun olarak yasandigi ve güvenlik güçlerinin sert bir biçimde müdahale ettigi Suriye’den çok sayida sivil Hatay sinirini geçerek Türkiye’ye siginmistir. Peki Türkiye, bu siginmacilari nasil karsilamis, onlara yönelik yükümlülüklerini tam olarak yerine getirebilmis ve dahasi olasi bir siginmaci akinina iliskin tedbirlerini almis midir? Bu ve benzeri sorularin yanitini vermeden önce, Türkiye’nin de altinda imzasinin bulundugu çesitli uluslararasi yükümlülükleri hatirlatmakta fayda vardir.

Evsahipligi hukuku neyi gerektiriyor?

1951 Cenevre Sözlesmesi’ne "cografi çekince" ile imza atan Türkiye, bu imzasiyla kapilarini özellikle dogudan gelen ve aslinda bir zamanlar tebaasi olan halklara kapamistir. Sözlesmenin kendisine getirdigi yükümlülüklerden uzaklasma istegi, bu durumun en önemli nedenidir. Ancak gerek cografi konumu gerekse miras aldigi tarihsel rol, ona "mazlumun yaninda yer alma, tanri misafirini geri çevirmeme" gibi düsturlari da ihmal etmemesini dayatmistir. Bu baglamda, yakin tarihe baktigimizda özellikle koruyucu bir tavirla, kapilarini 1990’larda hem Çeçenistan hem de Bosna Savasi’ndan kaçan mültecilere açmistir. Bunun yanisira zaman zaman Bulgaristan'dan ve Kuzey Irak'tan gelen Kürtleri ve Türkmenleri de kardeslik hukuku geregi bünyesine kabul etmis, ancak onlara sadece misafirlik statüsü tanimistir.

Suriyeli mültecileri de "misafir" statüsünde ele alan Türk Hükümeti aslinda uluslararasi hukuku degil, kendi geleneksel tutumunu esas almaktadir. 1951 Cenevre Sözlesmesi’nin temel ilkelerinden biri olan Geri Gönderilmeme Ilkesine (Non refoulement) riayet etmekte, ama asli görevleri konusunda adim atmamaktadir. Geri gönderilmeme ilkesi; taraf devletleri oldugu gibi, Türkiye'yi de, bir mülteciyi, irki, dini, tabiiyeti ve belirli bir sosyal gruba mensubiyeti ya da siyasi fikirleri dolayisi ile hayati ya da özgürlügü tehdit altinda olacak ülkelerin sinirlarina hiçbir biçimde geri göndermeme konusunda baglayici kilmaktadir. Türkiye bu baglayiciliga riayet etmekle birlikte, onlarin mültecilik statüsüne geçmelerine de izin vermemektedir. Çünkü Türk hukuku bakimindan, siginma prosedürleri tamamlanmamis olan mülteciler hali hazirda yalnizca siginmaci durumunda bulunmaktadirlar. Bu kapsamda, Suriyeli siginmacilar da, geri gönderilmeme ilkesi çerçevesinde, Hatay Altinözü, Yayladagi ve Reyhanli'da kurulan yedi mülteci kampinda tutulmaktadirlar. Türkiye sinirina yakin olan Cisir El Sugur, Cebel El Zavi, Maararüt ül Mervan ve Lazkiye'den yogun olarak gelen siginmacilarin bir kismi, kamplardaki kosullar nedeniyle ve Esad yönetiminin yaptigi çagriya istinaden gönüllü olarak geri dönmüslerdir.

Bununla birlikte, kampta kalanlar için gerekli hukuki ve sosyal düzenlemelerin yapilmasi gerekmektedir. Zira Türkiye, evsahibi olarak kampta bulunan siginmacilarin tüm ihtiyaçlarini giderdigini ileri sürse de, sivil toplum kuruluslari kamplarda sanitasyonun tam olarak saglanmadigini, bunun yanisira kötü muamelenin de zaman zaman dile getirildigini ileri sürmektedirler. Bu meyanda, güvenlik gerekçesiyle kamp disina çikmalari kisitlanan siginmacilar için kaçtiklari çatisma ortaminin yerine tesis edilecek bir huzur ve güven ortami elzemdir. Kamplarda bulunan refakatsiz küçükler, kadinlar ve diger gruplara yönelik özel koruma tedbirlerinin alinmasi da, kamuoyunda kamplarla ilgili olarak ortaya çikan kimi iddialarin bertaraf edilmesi açisindan önem arz etmektedir.

Atilmasi gereken adimlar

Siginmacilarin toplu olarak tutulduklari yerlerle ilgili düzenlemelerin hizli bir biçimde devam etmesi, kabul merkezleri ve barinma merkezlerinin birkaç yil içinde hizmete açilacak olmasi önemli adimlar olmakla birlikte, Türkiye'nin yakin geçmiste bu konuda kötü bir sinav verdigi de hatirlanmalidir.

Bu baglamda, hem uluslararasi hukukun yükledigi hem de tarihin biçtigi ve Türkiye'nin de talip oldugu rolün bir geregi olarak, Suriyeli siginmacilarla ilgili yapilmasi gereken önemli isler bulunmaktadir. Sinirdan gelen ve gelebilecek olan siginmacilarla ilgili hizli bir sekilde koordine olunmasi, övülmeye deger bir girisimdir. Ancak siginmaci kamplarinda görev yapan personelin egitimi, kamplarda yasananlara dair seffaflik, ihtiyaçlarin giderilmesi ve sivil denetim konusunda sivil toplum kuruluslari ile isbirligine gidilmesi muhtemel sorunlari ortadan kaldiracak ve siginmacilara yönelik hizmet kalitesini daha da artiracaktir. Özellikle vurgulanmasi gereken konu ise serbest dolasim imkaninin saglanmasidir. Siginmacilarin, tutuklu olarak degil de, misafir gibi görülmesinin yolu, onlarin temel insani gereksinimlerinin bir lütuf olarak degil, bir hak olarak verilmesinden geçmektedir. 1994 Iltica Yönetmeligi’ne göre geçici koruma saglanan bu siginmacilarin, BMMYK ve valiliklere kayitlarina imkân verilerek onlarin iltica prosedürü içinde yer almalari saglanmalidir. Ayrica Yeni Iltica Yasa Tasarisi kapsaminda da yer alan geçici koruma tedbirinin uygulandigina dair gerekli belgelerin siginmacilara verilmesi, onlarda olusan sinir disi edilme korkusunu da önleyecektir.

Bu ve benzeri jestler, uluslararasi hukuka uygun davranmanin hakli gururunu tasimayi olanakli kilacagi kadar, miras alinan tarihsel rolle mütenasip bir büyüklügü sergilemenin onurunu yasamayi da mümkün kilacaktir. Unutulmamalidir ki, Türkiye, Suriyeli siginmacilarla ilgili vicdani sorumluluklarini yerine getirirken, orta-uzun vadede bölgedeki nüfuzuna olumlu yönde tesir edecek tutum ve davranislari sergileme sorumlulugunu da tasimak durumundadir.

http://ihad.org.tr/makale-abilgen2011.php